13 Haziran 2013 Perşembe

Posted by Erdem |





Sıvı Sıvıyı Söker

Erdem Şimşek

İnsanı nereye koyarsan oraya kök salar. Aklı vardır kuşkusuz. Onu oradan çekip götürecek ayakları da. Ama gitmez. Yükümlülükleri vardır belki. Belki de orada kendine yükümlülükler yaratmıştır. İnsandan insana geçerken kelimeler, bağ örerler. Bilincinize çaktırmadan hissel uçlara sahip kökler salarsınız. İnsan yerini sever. Onu nereye koyarsan, orayı sever. Bilinç, gitme vakti geldiğinde, ayakları çektiği zaman; işte o zaman bağların farkına varır. 

Toplumsal hayatı bir makine gibi resmedebilirsiniz. Bunun için teoriler yazabilir, toplumu oluşturan öğeleri tek tek anlatıp bir bütünlüğü resmederek “işte olan biten bu” diyebilirsiniz. Ama ne kadar kusursuz bir makine çizerseniz çizin, insanın olduğu yerde, dönüyorsa da, duruyorsa da makine; bu, toplumsal hayatın kusursuz çizilişinden olmayacaktır. Dişlilerin arasında sıvı bir madde vardır. Biz onlara duygular deriz. İktisadi bir gerçeklik olarak duygular! Bizim köle gönlümüzden akan ya da bir isyan çarpıntısı başlatacak olan duygular.

“Marx Spinoza’dan sonra yaşamış olabilir ama, bugün Spinoza Marx’ı tamamlamamızı sağlayacaktır” diyor Ferederic Lordon. Spinoza’nın Etika’sını Marx’ın Kapital’ini yorumlamak için bir kılavuz olarak kullanıyor kitap boyunca. Küreselleşen dünya ile kitlesel işsizlik konjönktürü patronları daha kararlı, tahakkümü daha keskin kılarken, nasıl oluyor da köleliğin gönüllü versiyonu bu kadar istikrarlı bir hal alabiliyor? Soru bu. 
Sorunun cevabında, öncelikle şirket yapılanması ile ortaya çıkan yönetici sınıfı ele alıyor Lordon. “Tahakkümün genel görünümü Marx’ın analiz ettiği iki kutuplu antagonizmanın ima ettiğinden daha grifittir” diyerek sermaye-emek karşıtlığının bu ikincil tahakküm ilişkileri ile belirsizleşmesinden bahsediyor. Bu hiyerarşik kölelik yapısı ile kölelikten efendi-köleliğe terfi bir basamak mesafeye iniyor yalnızca. Baskı ile adlandırılanın aynı anda rıza ile yaşanıyor olması da bu ilizyonun bir başka görünümüdür. “Baskı ve rıza iktidara ve normalleştirmeye dayalı kurumsal koşullarda, keder ve sevinç duygusunun aldığı isimlerden başka bir şey değildir.” Bu ikisinin isimler üzerinden ayrışmasının arka planını da Lordon’un Spinoza’dan alıntıladığı şu cümle ile açıklayabiliriz: “İnsanlar kendilerinin özgür olduklarını sandıklarında yanılırlar. Bu sanının tek dayanağı, insanların kendi eylemlerinin bilincinde oldukları halde bu eylemleri belirleyen nedenleri bilmemeleridir.”

İnsanın içindeki nesnesini bulamamış saf arzuyu “conatus” kelimesi ile tanımlıyor Lordon. Ama kapitalizmin de bir conatus’u vardır. O da arzusunun akışını, yaşamını sürdürmek için kendisine uygun koşullar oluşturur. Toplumsal yaşamı kendisine göre şekillendirir. Durmadan dönen dünya, biz kıvamımızı bulana kadar durmadan döndürür.

Ve nasıl kapitalizm hep sevilmek isteyen yıkıcı bir canavarsa, onun kurumsal ifadesi olan şirketler de, ete kemiğe bürünmüş hali olan patronlar da aynı şekilde davranır. Çalışanlarının arzusunu kendi arzusuyla eşlemek ister patron. Ve patron güldüğünde, çalışan da güler kırık dişleriyle. Patronun yüzündeki gülümsemeyi kendisinin sanır. Aynası iştir kişinin, zincirlere bakılmaz.

Aynı patron, ya da patronun şirket yapılanması içerisindeki kukla-klonu olan yönetici, çalışanın müşterilerle ilişkisinde de bir sahicilik ister. Çünkü orada da duygular devrededir ve sevgili, sevgilisine inanamazsa telefonu suratına kapatır. “Farz edelim ki bir gün, örfle adetin ve kanunların değişmesi sayesinde, fuhuş yeraltından çıkıp piyasanın resmi alanına girerse, hiç şüphe yok ki fuhuş işine atılan şirketler çalışanlarından gerçekten öpüşmelerini ve sonrasında sevmelerini talep edecektir. Neoliberal sermaye dünyası, kiralık sevgili dünyasıdır.”

Tüm bu tahlilleri yaparken Lordon, her şeyin sebebi olarak arzuları ve insanın duygu dünyasını gösterirken, tüm bunları yıkacak öğe olarak da yine duyguları işaret ediyor. Öfke olmadan isyan olmayacağının altını çiziyor. Ama öfke nerede doğacak? Belki de bugünün iş dünyasının grifit yapısı en çok bunu engelliyor. Burada yaşamın her noktasını şekillendiren tüketimin de bir rolü var. Tüketim için düzenlenen piyasa o kadar çok çeşit içeriyor ki 1 liraya da sahip olup mutluluk duyulacak şeyler var. Herkesin kesesine göre edinebilir mutluluk çeşitleri sunan bir pazar! Hem yaşadığı an içinde kim gülmek yerine ağlamayı tercih eder ki? Öfke ise zor bir karışımdır. En başta doğumu zordur. Yükselen vücut ısısına uzun süre dayanmayı gerektirir. Öfkenin coşkuya vardığı ansa havanın dönüp rüzgarın işçiden estiği andır. Ya da öyle olmasını isterdik! Ama bilinç düzeyinde sebepleri öfkeye döndürecek çarklar başka duygu sıvılarıyla bulanık çoğu zaman. Arenadaki boğa gibi ölümüne dövüşmeyecek insan. Onun gidecek bir evi var. Alacaklar listesi, ihtiyaçları var. O ilerlemeye inanıyor ama zamanın sürekliliğine, ilerlemeyi karnında taşıdığına da inanıyor. Tahayyülünde yıkıp kırmak yok. Çünkü kırarsa, yıkarsa onca çalışarak edindikleri değersizleşecek. Eklemlenme böyle bir şey. Yine de duygular konusunda haklı Lordon. Çünkü “bu insan” teoriyle, kuramla kaldırılamaz koltuğundan. Ve kanalları tıkayan maddenin sıvı olduğundan bahsediyorsak, daha yoğun bir sıvı madde değiştirebilir her şeyi. Kollektif bir hal aldıkça küçük patlamalarla çoğalacak bir madde! 

Başka türlü bir duygu her zaman mümkün. Hiçbir şey öğretmediyse, bunu öğretmiştir hayat!


Kapitalizm, Arzu ve Kölelik -Frederic Lordon - Metis Yayınları

 Mayıs (2013) ayı ortalarında yazılmış, 8 Haziran tarihli Yurt Gazetesi Kültür Eki'nde yayınlanmıştır. Üstteki fotoğraf 13 Haziran Maslak Ntv protestosunda çekilmiştir.

0 yorum:

Yorum Gönder