Sıvı Sıvıyı Söker
Erdem Şimşek
İnsanı nereye koyarsan oraya kök salar. Aklı vardır
kuşkusuz. Onu oradan çekip götürecek ayakları da. Ama gitmez. Yükümlülükleri
vardır belki. Belki de orada kendine yükümlülükler yaratmıştır. İnsandan insana
geçerken kelimeler, bağ örerler. Bilincinize çaktırmadan hissel uçlara sahip
kökler salarsınız. İnsan yerini sever. Onu nereye koyarsan, orayı sever.
Bilinç, gitme vakti geldiğinde, ayakları çektiği zaman; işte o zaman bağların
farkına varır.
Toplumsal hayatı bir makine gibi resmedebilirsiniz.
Bunun için teoriler yazabilir, toplumu oluşturan öğeleri tek tek anlatıp bir
bütünlüğü resmederek “işte olan biten bu” diyebilirsiniz. Ama ne kadar kusursuz
bir makine çizerseniz çizin, insanın olduğu yerde, dönüyorsa da, duruyorsa da
makine; bu, toplumsal hayatın kusursuz çizilişinden olmayacaktır. Dişlilerin
arasında sıvı bir madde vardır. Biz onlara duygular deriz. İktisadi bir
gerçeklik olarak duygular! Bizim köle gönlümüzden akan ya da bir isyan
çarpıntısı başlatacak olan duygular.
“Marx Spinoza’dan sonra yaşamış olabilir ama, bugün
Spinoza Marx’ı tamamlamamızı sağlayacaktır” diyor Ferederic Lordon. Spinoza’nın
Etika’sını Marx’ın Kapital’ini yorumlamak için bir kılavuz olarak kullanıyor
kitap boyunca. Küreselleşen dünya ile kitlesel işsizlik konjönktürü patronları
daha kararlı, tahakkümü daha keskin kılarken, nasıl oluyor da köleliğin gönüllü
versiyonu bu kadar istikrarlı bir hal alabiliyor? Soru bu.
Sorunun cevabında, öncelikle şirket yapılanması ile
ortaya çıkan yönetici sınıfı ele alıyor Lordon. “Tahakkümün genel görünümü
Marx’ın analiz ettiği iki kutuplu antagonizmanın ima ettiğinden daha grifittir”
diyerek sermaye-emek karşıtlığının bu ikincil tahakküm ilişkileri ile
belirsizleşmesinden bahsediyor. Bu hiyerarşik kölelik yapısı ile kölelikten
efendi-köleliğe terfi bir basamak mesafeye iniyor yalnızca. Baskı ile
adlandırılanın aynı anda rıza ile yaşanıyor olması da bu ilizyonun bir başka
görünümüdür. “Baskı ve rıza iktidara ve normalleştirmeye dayalı kurumsal
koşullarda, keder ve sevinç duygusunun aldığı isimlerden başka bir şey
değildir.” Bu ikisinin isimler üzerinden ayrışmasının arka planını da Lordon’un
Spinoza’dan alıntıladığı şu cümle ile açıklayabiliriz: “İnsanlar kendilerinin
özgür olduklarını sandıklarında yanılırlar. Bu sanının tek dayanağı, insanların
kendi eylemlerinin bilincinde oldukları halde bu eylemleri belirleyen nedenleri
bilmemeleridir.”
İnsanın içindeki nesnesini bulamamış saf arzuyu
“conatus” kelimesi ile tanımlıyor Lordon. Ama kapitalizmin de bir conatus’u
vardır. O da arzusunun akışını, yaşamını sürdürmek için kendisine uygun
koşullar oluşturur. Toplumsal yaşamı kendisine göre şekillendirir. Durmadan
dönen dünya, biz kıvamımızı bulana kadar durmadan döndürür.
Ve nasıl kapitalizm hep sevilmek isteyen yıkıcı bir
canavarsa, onun kurumsal ifadesi olan şirketler de, ete kemiğe bürünmüş hali
olan patronlar da aynı şekilde davranır. Çalışanlarının arzusunu kendi
arzusuyla eşlemek ister patron. Ve patron güldüğünde, çalışan da güler kırık
dişleriyle. Patronun yüzündeki gülümsemeyi kendisinin sanır. Aynası iştir
kişinin, zincirlere bakılmaz.
Aynı patron, ya da patronun şirket yapılanması
içerisindeki kukla-klonu olan yönetici, çalışanın müşterilerle ilişkisinde de
bir sahicilik ister. Çünkü orada da duygular devrededir ve sevgili, sevgilisine
inanamazsa telefonu suratına kapatır. “Farz edelim ki bir gün, örfle adetin ve
kanunların değişmesi sayesinde, fuhuş yeraltından çıkıp piyasanın resmi alanına
girerse, hiç şüphe yok ki fuhuş işine atılan şirketler çalışanlarından
gerçekten öpüşmelerini ve sonrasında sevmelerini talep edecektir. Neoliberal
sermaye dünyası, kiralık sevgili dünyasıdır.”
Tüm bu tahlilleri yaparken Lordon, her şeyin sebebi
olarak arzuları ve insanın duygu dünyasını gösterirken, tüm bunları yıkacak öğe
olarak da yine duyguları işaret ediyor. Öfke olmadan isyan olmayacağının altını
çiziyor. Ama öfke nerede doğacak? Belki de bugünün iş dünyasının grifit yapısı
en çok bunu engelliyor. Burada yaşamın her noktasını şekillendiren tüketimin de
bir rolü var. Tüketim için düzenlenen piyasa o kadar çok çeşit içeriyor ki 1
liraya da sahip olup mutluluk duyulacak şeyler var. Herkesin kesesine göre
edinebilir mutluluk çeşitleri sunan bir pazar! Hem yaşadığı an içinde kim
gülmek yerine ağlamayı tercih eder ki? Öfke ise zor bir karışımdır. En başta doğumu
zordur. Yükselen vücut ısısına uzun süre dayanmayı gerektirir. Öfkenin coşkuya
vardığı ansa havanın dönüp rüzgarın işçiden estiği andır. Ya da öyle olmasını
isterdik! Ama bilinç düzeyinde sebepleri öfkeye döndürecek çarklar başka duygu
sıvılarıyla bulanık çoğu zaman. Arenadaki boğa gibi ölümüne dövüşmeyecek insan.
Onun gidecek bir evi var. Alacaklar listesi, ihtiyaçları var. O ilerlemeye
inanıyor ama zamanın sürekliliğine, ilerlemeyi karnında taşıdığına da inanıyor.
Tahayyülünde yıkıp kırmak yok. Çünkü kırarsa, yıkarsa onca çalışarak
edindikleri değersizleşecek. Eklemlenme böyle bir şey. Yine de duygular
konusunda haklı Lordon. Çünkü “bu insan” teoriyle, kuramla kaldırılamaz
koltuğundan. Ve kanalları tıkayan maddenin sıvı olduğundan bahsediyorsak, daha
yoğun bir sıvı madde değiştirebilir her şeyi. Kollektif bir hal aldıkça küçük
patlamalarla çoğalacak bir madde!
Başka türlü bir duygu her zaman mümkün. Hiçbir şey
öğretmediyse, bunu öğretmiştir hayat!
Kapitalizm, Arzu ve Kölelik -Frederic Lordon - Metis Yayınları |
Mayıs (2013) ayı ortalarında yazılmış, 8 Haziran tarihli Yurt Gazetesi Kültür Eki'nde yayınlanmıştır. Üstteki fotoğraf 13 Haziran Maslak Ntv protestosunda çekilmiştir.
0 yorum:
Yorum Gönder